28 Aralık 2012 Cuma

After Dinner Mints

Sevgili abur cubur severler, dostlarım, Galyalılar! Bir haftalık bir yolculuğa çıkıyorum az sonra. Yeni yıla girerken başka bir diyarda sesleniyor olacağım. Gerisi sürpriz olsun! :)

***

Yılbaşı öncesi son lezzet durağımız ise Marks & Spencer! Şaşırtıcı ama gerçek! :) Giyim kuşam, ıvır zıvır her şeyi geçip market ürünlerinin satıldığı raflara doğru ilerliyoruz. İngiltere'de biraz vakit geçirmiş olanlar Marks & Spencer'ın ne güzel bir marketi olduğunu bilirler. Bizim buralara gelip dükkan açarken bir kaç atıştırmalıkla yetinmişler kendileri. Olsun! En sevdiğim After Dinner Mints var ya, sorun yok! :) 


İncecik ve damakta pürüzsüzce eriyip giden muazzam bitter çikolatanın iç baymayan aksine ferahlatan enfes nane kremasıyla mükemmel uyumu... 

İddia ediyorum, aşırı şekerli yapış yapış Nestlé After Eight ve Cadbury'nin After Dinner Mints'i halt etmişler onun yanında! Tamam, bitter ve nanenin birbirine bu kadar yakışacağını onlardan öğrendik ilk. Onlar içkilerin, puro ve pipo malzemelerinin yanında durmayı hak eden en nadide gurme lezzetler sınıfına ilk dahil olanlardan. Gaddarlık etmeyelim şimdi, tamam, onları da seviyoruz. Ama elimizde bir kutu After Dinner Mints varsa kusura bakmayın artık mukayese kabul edemeyiz! Denemediyseniz ve bu tip lezzetlere açıksanız muhakkak deneyin derim. Kutusuna da bayılıyorum ben. Eşe dosta misafirliğe giderken götürülebilecek küçük güzel bir şey. 

***

Günler süren telaştan sonra nihayet tüm hazırlıkların tamamlandı, bavullar bile kapatıldı. Havaalanına doğru hareket etmemize yarım saat var. O halde, After Dinner Mints ve kahve keyfini hak ettik! 


Hepinize mutlu yıllar! :) 

26 Aralık 2012 Çarşamba

Efsane Gazoz

İstanbul'da doğup büyümüş bir insan olarak Çamlıca Gazoz'u es geçip bahsi Uludağ Gazoz'dan açıyorum sevgili dostlar! Bu topraklarda yıllardır değişmeyip muhteşem tadıyla ve şişesiyle bizi nostaljinin doruklarında mutlulukla dolaştıran en nadide şey kendisi. İçip de çocukluğun mutlu ve güzel günlerini anımsamamak mümkün mü?
Oysa ne gazozlar geldi kimler geçti ömrümüzden... Sevdiklerimiz de oldu, burun kıvırdıklarımız da. Her yöreye özgü, tadı kendi çapında unutulmaz pek çok yerel gazoz markası anılır bu coğrafyada; sorulsa yediden yetmişe birçok insanın çocukluğundan ya da gençliğinden anımsadığı, favorisi ne gazozlar çıkar kimbilir...

Hepsine rağmen Efsane Uludağ Gazozu eşsizdir, evrenin en iyi gazozu  hatta en iyi soğuk içilen gazlı içeceğidir. 

Biz eksik etmeyiz hiç. Yaz-kış bulunur dolapta. Börek, çörek, cips türü tuzlu baştan çıkarıcıların yanına pek yakıştığı gibi tek başına da muazzamdır bu zat-ı şahane! 

Hele ki hamam sefasının müptelası dostlarımız onu kim bilir kaç kat sevgiyle anıp yere göğe koyamayacaklar ve soğukluk denen odada peştemallerine anadan doğma sarılmış halde adeta yeniden dünyaya gelecekler sayesinde! 

Resmi sitesinde lezzetinin sırrı ile ilgili şöyle bir bilgiye rast geldim, paylaşmak isterim:

1933 yılından beri aynı gizemli formül ile üretilen ve içecek sektöründe bir efsane haline gelmiş orijinal Türk Gazozu. Yıllardır değişmeyen Uludağ gazoz formülünün bir sır gibi saklandığını ve bu formülü şu an sadece 3 kişinin bildiğini biliyor musunuz?

Nostalji bölümünde de göz atmalı: http://www.uludaggazoz.com/tr/nostalji.asp

Son olarak bir arzuhalim olsun kendilerinden. "Retro" bir çalışmayla şu 10 inçlik yeşil markalı efsanevi şişeden de bir "limited edition" projesine imza atsalar güzel olmaz mı?

Hatta çocukluğumuzun kahramanı şu şişe de olabilir!


23 Aralık 2012 Pazar

Yeni bir aşk: Danone Activia Ananaslı

Hey ahbap biz buralarda yabancıları pek sevmeyiz dercesine elin Evropalı'sını yerden yere vuruyoruz, iyi mi? Sabahları müsli, yoğurt ve meyveyle nasıl kahvaltı ediyorlarmış gibisinden isyanlar, bir şeyler... Hasbelkader Kanlıca Yoğurdu da yer etmeseymiş hepten yoğurdun tuzlular gibi şekerli tatların da yanına pekâlâ ahenkle yaraştığı fikrine hiç yer kalmazmış. 

Ev yapımı meyveli yoğurt ne güzel bir şeydir oysa. Tazecik meyveler ve evde mayalanmış yoğurt birlikteliği sanki insanı tüm kötülüklerden arındırır, ferahlatır. Arkadaş çevresinde temizleme maksatlı dediğimiz türden! :) 

Zira ben de hazır meyveli yoğurt fikrine çok zor alıştım. Hâlâ da öksürük şurubu gibi aşırı tatlı yoğun bir aroma, baygın parfümsü bir koku aldığım ürünleri çok sevemiyorum. Aşırı yapay geliyor. Bir de meyveleri sanki artık bozulmak üzere olan bir reçelin son kalıntılarından hallice olanları var ya hepten keyif kaçırıyor. 

 


Şimdiye kadar denediğim ürünler içinde bir tek Danone Activia beni tavlayabildi. Gerçi ufak bir araştırma yapınca gördüm ki reklamlarından tadına varıncaya kadar çok eleştiriliyor. Tadıyla ilgili olumsuz eleştiri yapanlara bu yazımın girişini ithaf ediyorum. Ama tabii her şeye rağmen çok sattığı söyleniyor. İlginç! Akşamları marketlerdeki Activia raflarının boşluğundan şikayet eden de var. Demek ki seven çok seviyor, ha ha! :)

Reklamı yapıldığı üzere bakteriydi, bağırsak düzenlemeydi bunları bilemeyeceğim. Ben kendisine meyveli yoğurt muamelesi çekiyorum, canım ne zaman isterse o zaman yiyorum. Kesinlikle hafif bir atıştırmalık. İnsanın abur cubur krizini kesiyor, üstelik temizleme maksatlı :) Önce çileklisini denemiştim, fena değildi. Sonra kayısılı olanından aldım, şahaneydi! Ancak ananaslı olanıyla iki aydır öyle bir aşk yaşıyorum ki sormayın! :)

21 Aralık 2012 Cuma

Bisküvili Nestle Classic

Abur Cubur Gurmesi bu sefer ofisten, fazla mesai'nin göbeğinden sesleniyor! Koca ofiste iki üç kişinin kaldığı, yalnızca tıkır tıkır klavye seslerinin duyulduğu o nadide saatler. Kaçış yok, az sonra elektirikli süpürgeler de çalışmaya başlayacak. Biz beyaz yakalı fanilerin kofti dertleri, peh! 

Akabinde Alime Teyze yaklaşacak elinde fısfıs ve bezle, sıra benim masama gelince teşekkürler, bugün de kalsın diyip son canımla gülümseyeceğim. Kolay gelsinler havada uçacak. Ne ona ne de bana kolay gelecek tabii... Üstüne üstlük birileri çıkıp "go home!" diyecek. Aaah ama nasıl? Tatil öncesi temizliği, bunun bir de dönüşü var. Yani durum vahim ve umutsuz.

Bir iki dakika ara verip bazı öğlen yemeklerini yediğimiz bizim ofisin katındaki, saat altıda bile hala buram buram yemek kokan restorana gideceğim. Yorgun çalışanların bakışları, soluk ışıklar ve o kokular arasında hiçbir şey gözüme hoş görünmeyecek elbette. Tam başıönde alt dudak hafif sarkık biçare geri dönecekken onu göreceğim rafta. Ne işin var burada, seni küçüşeytan diye sevineceğim içimden! :) Bir parmak balın diğer adı, Nestle Classic Bisküvili!

Hemen bir kahve alırsın yanına! Oh, gelsin mail'ler gitsin tablolar, hiiiiç canım yanmaz artık! Sütlü çikolatadır, az biraz şekerlidir ama bisküvisi derhal yatıştırır. İnsanın yedikçe yiyesi gelir. Ekrana bakarken komple paket mideye inebilir de haberin olmaz. Ama demiştim, bu saatin suçu günahı olmaz! :)

19 Aralık 2012 Çarşamba

Balığın Üzerine Tahin Helvası


Bu güzelim coğrafyada kış mevsiminin en güzel yanı balık denen muazzamın en şahane aylarını kucaklıyor olmasıdır, mirim! Nasıl büyük bir zenginlik Yarabbi on dakikada yürüyerek çarşıya inmek, isteğe ve bütçeye göre camgöz lüfer, cömert palamut, Allahlık mezgit, taçsız kral hamsi, çıtır istavrit, aman felekten bir günse eğer belki kalkan ve hemen yan tezgahtan da salata için kıvırcık, roka, tere, kuzukulağı, taze kekik, taze nane gibi türlü çeşit yeşillik alıp eve dönebilmek! Tatlı hayat be hey! Zira balık yedikten sonra insanın şekeri düşüyor malum. O halde bir de tahin helvası almalı dönerken. Tahin helvasız balık sofrası mı olurmuş, a canım! Her şey tamamsa kur masayı, amanın yine mi güzeliz, yine mi çiçek? Hamdolsun…

Elbette istenirse helva ezilip üzerine biraz da limon sıkılıp (hatta sıkılmasa da olur) fırında tahin helvası da yapılabilir. Neden olmasın? Hatta altına havuc rendesi de konur ki yanıp folyoda yapılıyorsa folyoya ya da bir tepside yapılıyorsa tepsiye yapışıp da keyif kaçırmasın. İşte böyle sıcak sıcak yemesi pek bir harika olur. Amma ve lakin kare kare kesip bir lokmada yutması da ayrı bir güzel canım. Kim yapacak da kim bekleyecek fırından çıkmasını! Şekerimiz oldu yerle yeksan!

Efendim, bir de ertesi sabah kalkıp kalanları kahveyle yemesi yok mu, o işte zevkin katmerlisi!

16 Aralık 2012 Pazar

Boooooozaaaaaaaaaa!

Şüphesiz ki şöyle başlayacak: Soğuk kış gecelerinin vazgeçilmez içeceği boza. Elbette öyle...

Aklımda muhtemelen pek çoklarının hatıralarına benzer bir takım görüntüler var. Dışarıda hava oldukça soğuk. Mandalina, portakal ve elma kokuyor salon, o derece kış. Babam dilimlediği meyveyi bıçağın ucuna takıp uzatıyor bize. Akşamları maaile Televizyon'da Mavi Ay'ı izlediğimiz günlerden bahsediyorum, hey!

Sonraları türeyeceği üzere Eleni Karaindrou'dan Kelebeğin Valsi ya da Hatırla Sevgili (beni mesut ettin sen de olasın) gibi nağmeleriyle sokak sokak gezen yağız abilerin akordeonlarından evlerimizin içine yavaşça süzülen hüzünlü ama hayat dolu sesler gibi önce derinden sonra çok yakından duyulurdu sesi bozacının. Boooooozaaaaaaaaaa!

Lakin gecedir, hava çoğu zaman fena halde soğuktur. Ancak kurtların inmeyi göze alabileceği kadar keskin bir soğuk ve masalsı bembeyaz bir ıssızlık hayal ederim ben o zamanlar dışarıda. Bu cesaretinden dolayı tekinsiz bir insan gibi girer bir çok insanın muhayyilesine oysa masal kahramanına yakın durur bozacı. Şefkatli bir sevgi beslediğimiz nadir yabancılardan biridir o.

Seslenir ya annen ya da baban pencereden, o zaman o sanki bambaşka gerçeklikten sıyrılır gelir ve ansızın kapıda belirir. Evdeki bir kaba bozayı koyar. Yaptığı işe paha biçilmez ya, bilmem ne alır karşılığında... Bozası bazen yoğun, bazen sıvıdır ama çoğunlukla bir çocuğun çok sevemeyeceği kadar ekşimtırak, buruk... Zordur bozayı sevmek vesselam.

Faydalı diye annem benim için küçük bir bardağa koyar, üzerine de tarçın. Ben tarçını yanıma alırım, boza içmekten çok tarçın yerim adeta o zamanlar. Varsa leblebi de yenir yanında. Evdeki hava değişir, sıcak ev daha bir ısınır, herkes biraz gevşer. Mutluluğu çerçeveleyen net bir fotoğraf kalır belleğimde (Mutluluğun resmini ben yaşadım Abidin!). Sevmesem de severim bozayı tüm bu sebeplerle.

***

Lakin benim sözüm çocukluğunda bozayı deneyip burun kıvırmış ve sonra da bir türlü sevememiş o tatlı dostlarıma. Aslında bozanın öyle çok çeşidi var ki etrafta. Hele marketlerde satılan Vefa ve türevleri artık çok tatlı. Bilmem, artık ben biraz buruk olanı olsa bile diyorum... Ki onu da bulmak mümkün. Ne olur bir şans daha verin, sevmeseniz de sevin bozayı.

Benim gibi çocukluğu İstanbul'un Anadolu Yakası'nda geçmiş biri için en yakın zamanda Vefa'ya gidip boza içmek ödevim olsun.

13 Aralık 2012 Perşembe

Ev Yapımı Abur Cubur

Bir zamanlar işim gereği ara sıra gittiğim Polonya'da tanıştığım bir tat Annas marka zencefilli ve tarçınlı bisküvi! Daha sonra yine iş için gittiğim Stokholm'de envai çeşidine rastladım. Bazen İsveçli iş arkadaşlarımız da ofise getiriyorlar. Bir süredir burada da bazı marketlerde ve elbette IKEA'da var.


İsveçliler evlerinde de sıkça yaparlarmış, özellikle de Noel'de. Pepparkakor diyorlar, direk çevirisi zencefil ekmeği. Sanırım yalnızca İsveçliler değil, tüm İskandinav Yarımadası onu çok seviyor. Öyle güzel, öyle değişik şekillerde yapıyorlar ki! Süslemeleri cabası. Ben de bu süper ince bisküvilere en az onlar kadar bayılıyorum!

Bir hafta sonu dedim ki bir de ben deneyeyim bakayım şu kurabiyelerden yapmayı. Önce belki bir saat internetin başında oturup tarifleri okudum. O kadar farklı tarif vardı ki. Fakat genel mantığını kavrayınca en sonunda bir tanesinde karar kıldım. Tüm oz ve cup ile verilmiş ölçüleri grama çevirip başladım yapmaya. Alışkın olmadığımız türden bir karışım. Çok az şeker, daha çok pekmez kullanılıyor. Evet tereyağlı bir karışım ama o kadar çok bisküvi çıkıyor ki, tane başına tereyağ oranı çok sarsıcı olmasa gerek. Bence fazla yenmezse zararından çok faydası olur! :) Ne olduğunu bilmediğimiz yağları tüketmekten bin kat iyidir. Sonra çok şahane baharatlar giriyor devreye. Zencefili zaten çok severim. Tarçına bayılırım. Çekilmiş kakule almıştım vaktiyle Stokholm'den, kahveye ve keklere çok yakışıyor diye. Hepsinden ekliyorum. Aslında karanfil de güzel bir şey ama bana biraz ağır geldiğinden koymuyorum. Zaten toz halinde bulmak da mesele. Hamurla savaşım bitince bir gece dolapta bekletiyorum.


Ertesi gün, pazar günü evdeki atmosferin nasıl değiştiğini kelimelerle anlatmak zor. Yaşamak, koklamak gerek :) Hamurdan şekiller yapma kısmı zaten çok eğlenceli. Hele fırında pişmeye başladığı andan itibaren tüm evi saran o koku yok mu! Neşe kaynağı! Yaklaşık iki yüz kadar kurabiyeyi sırayla tıkır tıkır pişirmem zaman alıyor ama her şeye değiyor.

Evde  kahvenin, çayın yanına her daim zencefilli bisküvi olması muazzam. Gelen gidene de ikram etmek, hatta sakladığım küçük güzel teneke kutularda sevdiklerimize hediye etmek mutluluğa mutluluk katıyor.



Tesadüfe bakın ki bugün Santa Lucia günüymüş! Ama asıl beni ilgilendiren kısmı meşhur safranlı çörekler ve bu pepparkakorlar yenirmiş o gün. Ofiste tatlı bir kutlama yapıldı az once, hepsinden yedik ve yanında sıcak şarap benzeri bol tarçınlı ve karanfilli içkiden(Glogg) içtik. İsveçli arkadaşlarımız sağ olsun! :)

11 Aralık 2012 Salı

Fazla Mesai Sonrası Pringles ile İmtihan


Fazla mesai yapıp eve saat ona doğru gelmişim. Gelirken yol üzerinden bir markete girmişim, günü taçlandıracak bir finalin peşinde. Ne mutlu ki meyve ve sebze de doldurduğum torbaların dışında daha bir şenlendirici olması bakımından bir abur cubur aramakta gözlerim. Fakat canım tatlı bir şeyler çekmiyor. Krakerler kesinlikle cazip değil şu an. Cips desen çok düşkünü değilim (yalan!) ama olabilir! :) "Akşam akşam sivilceye ve kiloya yolculuk ha!" diyorum içimden. Diyorum ki vazgeçeyim. Ama nerde? Pringles reyonunun önünde ayılıyorum desem yeridir. Yok efendim gerçek patates cipsi değilmiş de, yenmezmiş de. Vallahi doğru, bu başka bir şey! Çekim alanı çok kuvvetli. Peki hangi birini seçeyim? Seçmek zor. Hele de saat dokuza kadar sert tenis topları gibi saldıran e-maillere teker teker pür dikkat karşılık verip savdığım düşünülürse, hiç de fena değil durumum. Hem zaten Pringles'ların karşısında hep böyleyim! O yüzden asayiş berkemal. Ama o kadar kararsız kalıyorum ki bu sefer, market kapanacak az sonra. Anonslar! Değerli müşterilerimiz... Neyse diyorum, şu küçük boylarından üç çeşit alayım da evde karar veririm.

Evdeki seans daha gerilimli. Ekşi krema ve soğanlı olanı mı, paprikalıyı mı yoksa orijinal yani sade olanı mı yesem. Onu mu, bunu mu, şunu mu? Hangisini? Önümdeki sehpada dizi dizi duruyorlar. Sanırsın nasıl da masumlar! :) Bir an için üçünü de mi açsam şeytanlığı çınlatsa da kulaklarımı, yoo yoo oyuna gelmiyorum. Yok yok gayet iyiyim, iş beni devirememiş, hah hay! Gerçi her şey olabilir. Gel-git bir gün bugün. Hepsini yiyesim, kutuları atmayıp saklayasım, şu bıyıklıyı öpesim var! Allah'ım sen günahlarımı affet! :)

9 Aralık 2012 Pazar

Beyoğlu'nun İnci'si

Yalnız profiterolüne, diğer tatlılarına, limonatasına değil, camekanına, dolaplarına, masalarına ve taburelerine, önünden geçerken aynalar ve camlar arasından ışıl ışıl parlayışına, bazen de yalnızca sessiz sakin orada oluşuna, varoluşuna bayıldığımız Beyoğlu'nun biricik İnci Pastanesi zorla kapatıldı, talan edilip, kısa sürede boşaltıldı. Bir şeyler söylemek hiç kolay değil. Hatıralarımızın en kıymetli şahidi, nev’i şahsına münhasır, janti bir ağabeyimizi kaybetmiş gibi derin bir acı içindeyim...

İnci Pastanesi kapatıldı!
Altmış sekiz senelik ömrünün son dönemlerine yetişmişim ben... Doksanlı yılların başlarında ablamın Cihangir’deki evinde kaldığımda Beyoğlu’na çıkardık birlikte. Bu vesileyle İnci Pastanesi’ne ilk onunla ayak basmışımdır. İnsana yaşadığını hissettiren, coşku veren bir hissi vardır özellikle de vitrinin hemen arkasındaki masada oturmanın. Hele profiterolü beklerken, yerken ve hatta bitirdikten sonra bir müddet dükkanı göz ucuyla süzmenin zevki?

O dönem Beyoğlu’nda dolanan fısıltılar olurdu. Keramet tek bir ustadaymış, bir tek o bilirmiş tarifi diye. Zaman zaman artık ustanın İnci’de çalışmadığı söylenirdi, falanca yere geçmiş denirdi. Hatta sonrasında oradan bir başka yerlere transfer olduğunu duyardık. Bazen o falanca yerlere biz bile gidip profiterollerini denerdik. Ama İnci’de oturmak gibi olmazdı hiç biri.

Bu pek çokları için böyleydi kuşkusuz. İnci Pastanesi profiterol satan ticari bir işletmeden daha başka bir şeydi. Anılarımız vardı orada. Şimdi, ne yazık ki, ortak bir acıyı paylaştığımı hissediyorum duymasam bile her birini tek tek ve işte hatıralar gittikçe silikleşiyor, rengi soluyor renklerin, tebessüm kararıyor... Bugün İstanbul ölmüş gibi bir şey gözümde.

6 Aralık 2012 Perşembe

Hoşbeş Kendine Yakışanı Giymektir!

Ah şu gofretler! Paketlerini açmak bile insanı sinir eder. Kırıntılarla kavga ederken bulursun kendini. Üstüne üstlük damakta bıraktığı yağ tabakası da işkencedir. Hep mi bayat olur şu gofret denen karın ağrısı? 

Eti Hoşbeş ilk çıktığında da bu yüzden yokmuş gibi davrandımNe işim olurdu, tadacak binlerce güzel şey dururken etrafta! Sonra hafif hafif övgüler gelmeye başladı etraftan. Yine aldırmadım. Ta ki bir arkadaşım elinde iki küçük paket fındıklı Eti Hoşbeş'le kapıda ansızın belirene dek... 



Yahu ne şahane bir şeymiş meğer! Bir kere o nasıl bir paketti ki öyle yağ gibi açıldı! Buna bayıldım. Kolay açılan ama bununla birlikte iyi muhafaza eden paketlerin hastasıyım çünkü. Epey fındıklı Eti Hoşbeş yemişimdir bugüne kadar. Her paket mi aynı tazelikte, aynı lezzette olur! Gofreti her zaman çıtır çıtır ve içi capcanlı enfes bir krema! Kırıntı belası yok. Yağlı ağır bir his yok. Şahane bir şey! A'dan Z'ye on numara bir ürün.

Bir de öyle şık! Geçenlerde iş yerinin uzun koridorunda elimde küçük zarif bir el çantası gibi tuttuğum Eti Hoşbeş'le ofise doğru sakin adımlarla yürüyordum ki şöyle bir durup tepeden baktım! Bence eğlenceli oldu :)



Eti Hoşbeş'in çilekli ve vanilyalısı da var. Hatta son zamanlarda kakaolusu ve çikolata kaplamalısı da çıkmış. Denemekte fayda var. Ben yine de fındıklıdan vazgeçmem! Ama eğer portakallısı ve muzlusu çıkarsa düşünebilirim :) Bu da benim önerim olsun!